17 Mart 2010 Çarşamba

Acı (2009)


Bi film ne kadar kötü olabilir soruma yanıt Zeynep'in Sekiz Günü'nü fast forward yapa yapa izlediğim için aynı yönetmenin bir başka filmine gideceğimi biletleri kendi ellerimle aldıktan sonra öğrenince bi fenalaştım önce. Konuyu bilmem, oynayanlara bakmamışım, filmin adını yeni öğrenmişim, festivalde türk filmlerine gidelim, hem söyleşisi de varmış derken, bir başka Cemal Şan filmini izlerken buluverdim kendimi.

Ne yalan söyliyim, ilk yarıda bi ara gözlerimi kapadım, evde izliyo olsam ff'liycem filmlerden bir işte bu diye düşünürken içim geçmiş, şimdi eppek peynir olcaktı ki ne yenirdi diye düşünmüş de olabilirim. Derken ara oldu, aboo dedim bi de ara mı var diye sağ yamacımdaki dostuma can havliyle bi döndüm, bi bu kadar daha var he mi..oy oy..Ama ikinci yarı beni utandırdı, filmin temposu ve anlatmak istedikleri kıvama gelmişti, cillop gibi de bi finali varıdı, daha ne olsundu.

Engin Çeber'e ithaf edilmiş bir filmdi, bi meselesi vardı filmin, önemli bi meselesi vardı. Nail Yurtsever elinden çıkma müzikler güzeldi, ama ilk yarıda aynı melodiyi çok sık duyduğumu anımsıyorum hayal meyal.Nesrin Cavadzade'nin ağlama sahnesi gayet başarılıydı.

Ama asıl Erol Demiröz döktürmüş, tiyatrocu insanın hali bir başka oluyir dedirtiyo insana. Sürü, Hakkari'de Bir Mevsim, Yılanı Öldürseler oynadığı bazı filmler. Ankara Sanat Tiyatrosu'nda  yıllarca oyunculuk yapmış, bu da benim cahilliğim.


Filmin sonunda Cemal Şan ve Erol Demiröz geldiler, söyleşi olacaktı. Ama salonda bi gerginlik, arkamdaki bi çocuk "Bu gerginlik asıl acı" diyerek kalktı gitti. Kimse konuşmadı, soru sormadı. Yönetmen ve harika oyuncusu karşımızda, salonun yarısı boş ama, arada da gidenler oldu, biter bitmez gidenler de. Çıkıp diyebilseydim burda dediklerimi, en azından Erol Demiröz'e bi teşekkür etseydim keşke diyorum ama yapamadım, öle sıspıs durdum, genelde böyle dururum ben zaten film söyleşilerinde. Söyleşmem yani, ama söyleşenleri izlerim, zevkli.

Neyse, film güzeldi diyemiyorum, 2. yarıdan sonra kötüydü de diyemiyorum, ilk yarıda pes edip çıksaydım atıp tutardım bi dolu ama şimdi yapamıyorum, bu filmi başka bi yönetmen çekseydi nassolurdu aceba diye düşünmekten kendimi alıkoyamıyorum.

Erol Abi mükemmeldin, bi teşekkürü çok gördük ya sana, vicdan azabı duyuyorum. Çıkışta fotoğraf çektirenler vardı, bi an tereddüt ettik ulan makine de var, sonra eski ataletimize geri döndük. Bi yerlerde tekrar karşılaşmak dileğiylen, saygılarımı sunarım.

4 Mart 2010 Perşembe

Renkli sessiz güzel: Tuvalu (1999)


La antena'yla tanıştırsam mı bu filmi, iyi anlaşırlar gibime geliyo. Alman Veit Helmer çekmiş, Esteban'la akran, yok yav tanıştırcam ben bunnarı. Beraber film filan çeker/se-ler belki/keşke, ben de ağzım açık izlerim. Düşler ülkesine yolculuk demişler, pek yerinde.  Ailecek havuzları olan Anton ile babişkosuyla yüzmeye gelen lezize Eva'nın masalsı, fantastik aşkı. Anton ismini pek severim, çocukluğumun güzelliklerinden Der kleine Vampir'i hatırlattığından olsa gerek. Bi geçmişe gidip geleyim ben, güzelmişti o yıllar..
Eva evini kaybedince babişiyle havuza yerleşir, Anton suluboya hayatının aşkıyla Tuvalu'ya kaçma hayallerindedir, ama filmin kötüsü Gregor  peşlerindedir. Filmi önce siyah beyaz çekip sonra renklendirmişler, sessiz dedim ama biraz diyalog var filmde, sessize yakın diyeyim. Büyük Okyanus'ta 9 mercan adasından ibaret mini boy, Türkiye'ye vize uygulamayan sevimli bi ülke Tuvalu. Küresel sıcaklamalar hasebiyle insanları sular altında kalma korkusunda, kalmazlar işallaa. Bu vesileylen Tuvalu için hayır duamı da ettim iyoldu.
Film pek nadide, pek leziz. Anton'u canlandıran Denis Lavant,  Delicatessen/Şarküteri'deki Dominic Pinon kıvamında bi oyuncu. Her ikisi de mimiklerde usta, filmler de bi harika.   


Related Posts with Thumbnails