Bende Haneke fobisi var (benzeri için bak: Nuri Bilge Ceylan, Orhan Pamuk, Elif Şafak..) Kuzen ve beyiyle beraber kurdun gününü (
Le temps du loup) izlemeye koyulduğumuz o nallet günden beridir var bende bu, aşamıyorum, korkumla yüzleşmek içindir ki geçen bilgisayarımın dehlizlerinde rastlayınca bu filme çift tıkladım gitti. Halbüsi talebeliğimin sineması kavaklıderede izlemiştim
Funny Games'i , nasıl da zevkilen gerim gerim gerilmiştim. O zamanlar toyluk var tabe tutmamışım aklımda yönetmenin adını sanını, nerde kaldı
Ulrich Mühe..Sonradan Haneke filmi olduğunu öğrendiğimde şaşırmıştım bi de cahil cahil. Funny Games gibi cillop bi film çekmiş olması gerçeği bile yetmedi yetemedi Haneke önyargımı yok etmeye.
Caché'ye gelirsek: şimdi bi çift var ki, oyuncular
Juliette Binoche ve
Daniel Auteuil, vay be dedim, güzel bi seyirlik geliyo hazır ol, Haneke affet beni haksızlık etmişim sana diycem dilimin ucunda kelimeler. Bu çifte, neydiği belirsiz muhteviyatı itibarıyla gözlendiklerinin delili bitakım kasetler (VHS), bi çocuğun elinden taze çıkmış görünümlü kartlar gelir. Beklenmedik kapı zilinden bile tırstıkları için böyle şeyler haklı olarak polise gitme sebebi, ancak dertlerine derman bulamazlar. Koca film geçiyo, kasetler kartlar havada uçuşuyo, adamımız bi kasetteki ipin ucunu takip ede ede zamanında anababası öldürülen, bu olayın akabinde evlat edineyazdıkları ama kan kusuyo bu çocuk iftirasıyla müspet geleceğine taş koyduğu cezayirli hizmetkar çocuğuna ulaşır. Bu bebeye attığı diğer iftira da kafasız horoz çırpınışlarında saklı/hidden/caché. Şimdi frenk ellerinde horozun anlam ve önemi konulu bi alt metinsel çıkarımsal şeyler yazabilmek isterdim, işte belki de bunu yapamadığımdan zevk alamadım bu filmden.
Neyse cezayirli bebe bulunur, zaman onu göbekli bi kaybedene döndermiştir, bir de oğlu vardır. İşte burlarda bi yerde bi intihar sahnesi var, ne yalan söyliyim hopladım yerimde, yorganı çekmiş yatarak izlediğim için içimden hopladım, lalalala noliy diye bi bocaladım, sonra nassı çekmişler aceba, tek seferde becerebildiler mi, beceremedilerse o duvarları silip silip bi daha mı çektiler, filmcilik zor zanaat be hacı diye bence önemli bir başkasına göre gerzekçe olabilecek bi takım meselelere kafa yorduğumdan filmin gergin dramatizminden kopmuş bulundum. Biraz daha izledim, anam sonra bi baktım yazılar akıyo ekranda, bitmiş film pii, bişey kaçırdım herhal diye başa aldım biraz, abooo bitmiş vallaa. Bavyeralı michael, bana bunu da yaptın ya, Das Weisse Band'ı sittin sene izleyemen artık. Tükürdüm dilimin ucunda tuttuğum kelimeleri.
Sonunda, eenolduşimdi/neydibuya dediğim filmlerden hazzetmiyorum, ya da hazzetmediğim filmlerin sonunda eenolduşimdi/neydibuya diyorumdur bilemiyorum (benzeri için bak: Yumurta, Mayıs Sıkıntısı, İklimler..) Ben Hanekenin sallamadığı, kasetleri kimin hazırladığını bilmek isteyen pragmatist, izlediği filmden zevk almak isteyen hedonist tayfadanım belli ki, beni tırtlamayanı ben hiç tırtlamam. Ama ev güzel, yatak odası düdük kadar, mavi mavi döşemişler erkek bebek odası gibi ama olsun, kitaplarla kaplı televizya güzel, peynir rendelemece+kırmızı şarap içmece güzel..
tırıvırı: Georges'un çıktığı sinemada görülen afişlerden biri tanıdık: Kötü Eğitim/
La mala educacion (2004) ki Gael Garcia'ya rağmen bayıldığım bi film değildir, Pedro Almodovar 10 yıl çalışmış filmin konusu üzerine, yok yav bi yerde bişeyleri çok pis kaçırıyorum ya neyse..