22 Şubat 2010 Pazartesi

Siyah-beyaz sessiz güzel: La antena (2007)


Ya ne tatlı filmdir bu, sessiz sessiz kazmıştı içine düşeceğim fantastik kuyuyu. Şarlodan mütevellit sempatim vardır sessiz siyahbeyazlara, güzelmişti o dönemler, büyüdükçe renklendi kirlendi herbişe.
Arjantinli Esteban Sapir çekmiş, isme bak hele, 80lerde çocuk olmalıymış. Picado Fino/Fine Powder adlı filmiyle beraber hepitopu iki filmi var bu elinden öpülesinin, yani çektiği filmlerin yarısını izlemiş bulunuyorum vaynasını. Araya araya belki bulurum diğer yarısını da, hem insan neler neler buluyo aramayla, kendi yarımızı bile aramaya cüret edebiliyosak heygidi..
Basını-medyayı-teksesliliği/hiçsesliliği eleştirirme işini öyle zarif öyle fantastik öyle keskin öyle eşeğin kulaana bişeyler kaçırmaksızın öyle daha nasıl anlatabilirim bilemedim yapıyo ki bu film, öyle böyle değil, benim için de şöyle böyle diyenler varmış ama hade yüzüme desinler de göreyim. Üstelik 11 haftada çekilmiş, inanmam vallaa yemin et derken bi yıldan fazla postpırodüksüyonladıklarını okuyunca ısrar etmedim. Ya neresinden nesini anlatayım bilemedim ki, en iyisi hiç karıştırmiyim, övmekten sıkılmayacağım hastası olduğum unutamadığım ama anlatamadığım bi seyirlik olsun bu.

gel de sipanyolcayı sevme kelimenin şirinligine de gel bi yandan: pelicula..

18 Şubat 2010 Perşembe

oyuna geldim..

...
"Ülkemiz. Ülkemiz, bazı yanlarından denizlerle, bazı yanlarından da başka ülkelerle çevrili; genellikle dört köşe, özellikle çok köşe bir kara parçasıdır. Denizlerin olmadığı yerlerde ülkemiz, noktalı çizgilerle sınırlanmıştır." Hani, haritalardaki gibi, değil mi?" "Sözümü kesme. Evet, haritalardaki gibi. Ülkemiz bir haritaya benzer." "Kesikli, yani noktalı çizgiler neye benzer, Hikmet Amca?" "Sözümü kesme dedim. Noktalı çizgiler bir şeye benzemez. Noktalı çizgiler, sınır olarak, sınırlarımızda bulunur. Bütün sınırlar boyunca uzun binalar, çizgileri; noktalar da, bunların arasına yerleştirilmiş bulunan gözetleme kulelerini gösterir. Bunlar, üstten bakılınca, haritalara benzer. Uzun binaların ve kulelerin damları kırmızı olduğu için, sınırlar, haritalarda kırmızı çizgilerle gösterilir. Biz, bu sınırların içinde kalırız. Bundan başka, ülkemizin dört bir yanı, köylülerle çevrilidir. Köylülerle çevrili ülkemizde birçok ürün yetişir. Çeşitli iklimlerin kaynaştığı ülkemizin Akdeniz bölgesinde maki denilen kısa boylu, tıknazca fundalıklar yetişir. Sulak bölgelerde ormanlar yetişir, pirinç yetişir. Ayrıca bir de güneşi olan bölgelerde meyva yetişir. Ülkemizde, eski çağlardan beri birçok medeniyet yetişmiştir; ülkemiz, birbirine benzemeyen birçok medeniyetin beşiği olmuştur. Bu beşikte birçok medeniyet sallanmıştır, birçok medeniyeti uyutmuşuzdur. En son kurulan medeniyet ekmek medeniyetidir. Bu medeniyetin sürekli oluşunu sağlamak için, ülkemizin birçok yerinde buğday yetişir. Fakat ülkemizde en çok yetişen köylüdür. Köylü, bütün iklimlerde yetişir. Köylünün yetişmesi için, çok emek vermeğe ihtiyaç yoktur. Köylü  bozkırda yetişir, yaylada yetişir, ormanda yetişir, dağda yetişir, kurak iklimde yetişir, ovada yetişir, sulak iklimde yetişir. Çabuk büyür, erken meyva verir. Kendi kendine yetişir, kendi kendine meyva verir. Biz köylüleri çok severiz. Şehre gelirlerse onlardan kapıcı ve amele yaparız. Satırbaşı. Ülkemizde dağ vardır, ova vardır, akarsu vardır, tepe vardır, girintili çıkıntılı kıyılar vardır, çakıl parçalarına ve kuşlara benzeyen göller vardır, ağzını açmış sivri burunlu ve kuyruklu bir kurbağaya benzeyen bir iç denizimiz vardır, yeşil düzlükler ve kahverengi yükseltiler vardır. Bu görünüşüyle ülkemiz, ilk bakışta başka ülkelere benzer. Bu bakış, kuş bakışıdır. İlkbaharda ülkemiz yeşillenir, sonbaharda eski bir harita gibi sararır, solar. Satırbaşı. Ülkemizde tarım ürünleri yetişir. Kuru üzüm ve incir yetişir. Önce ıslak yemişler yetişir. Onları, güneş olan yerlerde kurutarak kuru yemiş yetiştiririz. İngiltere'ye göndeririz, onlar da bize gerçek gönderirler. Gerçek tohumları gönderirler. Biz o gerçeklerden, kendimize göre gerçekler yetiştirmeğe çalışırız. Son yıllarda, kuru üzüm ve incirin yanısıra, köylü de göndermeğe başlamışızdır. Bu köylüleri, önce şehirlerde biraz yetiştiririz; tam olgunlaşmadan (yolda bozulmasınlar diye) başka ülkelere göndeririz. Onlar da bize döviz gönderirler. Halk müziği göndeririz; şoför plağı gönderirler, aranjman gönderirler. Azgelişmişülke göndeririz; teşekkür gönderirler. Binzorluklayetiştirdiğimizdeğerler göndeririz, dışülkelerdeçalışanyabancılaristatistiği gönderirler. Gerçekinsanlarımızı göndeririz; bizeordanmektup gönderirler."
...
                                                                                          Tehlikeli Oyunlar (s.110-111-112)
                                                                                             Oğuz Atay (1934-1977)

16 Şubat 2010 Salı

Caché (2005)

Bende Haneke fobisi var (benzeri için bak: Nuri Bilge Ceylan, Orhan Pamuk, Elif Şafak..) Kuzen ve beyiyle beraber kurdun gününü (Le temps du loup) izlemeye koyulduğumuz o nallet günden beridir var bende bu, aşamıyorum, korkumla yüzleşmek içindir ki geçen bilgisayarımın dehlizlerinde rastlayınca bu filme çift tıkladım gitti. Halbüsi talebeliğimin sineması kavaklıderede izlemiştim Funny Games'i , nasıl da zevkilen gerim gerim gerilmiştim. O zamanlar toyluk var tabe tutmamışım aklımda yönetmenin adını sanını, nerde kaldı Ulrich Mühe..Sonradan Haneke filmi olduğunu öğrendiğimde şaşırmıştım bi de cahil cahil. Funny Games gibi cillop bi film çekmiş olması gerçeği bile yetmedi yetemedi Haneke önyargımı yok etmeye.
Caché'ye gelirsek: şimdi bi çift var ki, oyuncular Juliette Binoche ve Daniel Auteuil, vay be dedim, güzel bi seyirlik geliyo hazır ol, Haneke affet beni haksızlık etmişim sana diycem dilimin ucunda kelimeler. Bu çifte, neydiği belirsiz muhteviyatı itibarıyla gözlendiklerinin delili bitakım kasetler (VHS), bi çocuğun elinden taze çıkmış görünümlü  kartlar gelir. Beklenmedik kapı zilinden bile tırstıkları için böyle şeyler haklı olarak polise gitme sebebi, ancak dertlerine derman bulamazlar. Koca film geçiyo, kasetler kartlar havada uçuşuyo, adamımız bi kasetteki ipin ucunu takip ede ede zamanında anababası öldürülen, bu olayın akabinde evlat edineyazdıkları ama  kan kusuyo bu çocuk iftirasıyla müspet geleceğine taş koyduğu cezayirli hizmetkar çocuğuna ulaşır. Bu bebeye attığı diğer iftira da kafasız horoz çırpınışlarında saklı/hidden/caché. Şimdi frenk ellerinde horozun anlam ve önemi konulu bi alt metinsel çıkarımsal şeyler yazabilmek isterdim, işte belki de bunu yapamadığımdan zevk alamadım bu filmden.


Neyse cezayirli bebe bulunur, zaman onu göbekli bi kaybedene döndermiştir, bir de oğlu  vardır. İşte burlarda bi yerde bi intihar sahnesi var, ne yalan söyliyim hopladım yerimde, yorganı çekmiş yatarak izlediğim için içimden hopladım, lalalala noliy diye bi bocaladım, sonra nassı çekmişler aceba, tek seferde becerebildiler mi, beceremedilerse o duvarları silip silip bi daha mı çektiler, filmcilik zor zanaat be  hacı  diye bence önemli bir başkasına göre gerzekçe olabilecek bi takım meselelere kafa yorduğumdan filmin gergin dramatizminden kopmuş bulundum. Biraz daha izledim, anam sonra bi baktım yazılar akıyo ekranda, bitmiş film pii, bişey kaçırdım herhal diye başa aldım biraz, abooo bitmiş vallaa. Bavyeralı michael, bana bunu da yaptın ya, Das Weisse Band'ı sittin sene izleyemen artık. Tükürdüm dilimin ucunda tuttuğum kelimeleri.
Sonunda, eenolduşimdi/neydibuya dediğim filmlerden hazzetmiyorum, ya da hazzetmediğim filmlerin sonunda eenolduşimdi/neydibuya  diyorumdur bilemiyorum (benzeri için bak: Yumurta, Mayıs Sıkıntısı, İklimler..) Ben Hanekenin sallamadığı,  kasetleri kimin hazırladığını bilmek isteyen pragmatist, izlediği filmden zevk almak isteyen hedonist  tayfadanım belli ki,  beni tırtlamayanı ben hiç tırtlamam. Ama ev güzel, yatak odası düdük kadar,  mavi mavi döşemişler erkek bebek odası gibi ama olsun, kitaplarla kaplı televizya güzel, peynir rendelemece+kırmızı şarap içmece güzel..

tırıvırı: Georges'un çıktığı sinemada görülen afişlerden biri tanıdık: Kötü Eğitim/La mala educacion (2004) ki Gael Garcia'ya rağmen bayıldığım bi film değildir, Pedro Almodovar 10 yıl çalışmış filmin konusu üzerine, yok yav bi yerde bişeyleri çok pis kaçırıyorum ya neyse..
Related Posts with Thumbnails