29 Nisan 2010 Perşembe

The King of Comedy (1982)

eskiden bi defterim vardı filmleri yazdığım, hala var ama buraya başladığımdan beri sallamaz oldum kendisini, bi film ödünç alıyorum izniyle:

"Robert De Niro'nun alışılmadık bir karakteri canlandırdığı medya eleştirisi bi film. Rupert Pupkin komedinin kralı Jerry Langford'a (Jerry Lewis: the king of comedy bizatihi kendi lakabı imiş) hayranlık ötesinde sapkınlık derecesinde öykünmektedir. Evini bi stüdyoya çevirmiş, kendi yarattığı gerçekliğinde komedinin ustası/kralıdır ama aslolan gerçeklikte bir loserdır.



Masha ise aynı sapkınlıkta bir Jerry tutkunudur ama sapkınlığın ekseni cinselliktir. Bu iki aykırı hayran Jerry'i oyuncak tabanca ile kaçırarak kısa süreliğine de olsa varolan gerçekliği yarattıkları gerçeklik ile değiştirirler. Rupert televizyona çıkar, bardaki esmer hatuna havasını atar; ancak Masha hayallerini Rupert gibi "gerçek"leştiremez, Jerry elinden kayar gider. Filmde Jerry Lewis soğuk, donuk bi karakteri canlandırırken, Robert De Niro silik, sönük, acınası bi karakteri kuşanmıştır. Bu tarafıyla filmin kendisi de aykırıdır. Ufak bi sahnede Martin Scorsese televizyon yönetmeni olarak gözükmektedir. Film kitlelere diğer MS filmleri gibi ulaşamamış ama eleştirmenlerin favorisi olmuş (Atilla Dorsay'ın tespiti). Belki de izleyici, bu filmdeki eleştiri oklarının bazılarının kendisini hedef aldığını hissetti, belki de sıradanlığını yüzüne vuruyordu ve bundan hoşlanmadı. Kimbilir..Rober De Niro'nun, annesinin seslenmeleri ile bozulan çekimleri, izlemekten en keyif aldığım sahnelerdi. Bi de Ray Charles'ın kadife sesinin fonda olduğu anlardı beni mesteden. Kısaca güzel film." 

demişim mart 2008'de, ne kadar ciddi yazmışım, halbüsi kimseler okumuyo, ben yazıyodum ben okuyodum, ne bu soğukluk anlamadım..

Neyse, Martin ustanın leziz filmlerinden biri, hararetle öneririm.

20 Nisan 2010 Salı

KOSMOS (2009)



Reha Erdem'in filmlerine tepkiler 2 ana grupta toplanıyo sanki..

1- Korkuyorum Anne, Kaç Para Kaç'ı seven ve her filmine bu beklentiyle gidip, filme kötü diyemeyen ama sevemeyen kitle. (Kaç Para Kaç'ı izlemedim ama ben bu gruptayım)
2- Her türlü hastası olanlar, filmlerine başyapıt muamelesi çekenler.

 Nuri Bilge Ceylan ve Michael Haneke fobilerim varken halihazırda, bir de Reha Erdem fobim olsun istemiyorum, ama korktuğum başıma geldi korkarım. Gene beklentilerle gittim (bi önceki için: Hayat Var), gene "yav film iyi ona bişe diyemem, görüntüler filan bi harika, ama uyudum bazı bazı.." dediğim bi film oldu.

Kosmos adlı delilikle dahilik arasında gidip gelen bi hırsızın hikayesi.. İyi oyunculuk çıkarmış Sermet Yeşil ama pek bi teatral diksiyonuyla filme yabancılaştırdı beni, tiyatrocu her halinden belli, ama  film değil de bi tiyatro oyunu izliyomuşum hissiyatına kapıldım yer yer. Beri yandan Nadir Sarıbacak bit kadar rolde bile iyiydi, ya da bende öyle bi kredisi var ki ne yapsa beğenicem.


Filmde çok beğendiğim yerler var,  oceli kısımlar misal..Kosmos konuşurken görüntüde susması, şarkılarda filan yapıyolar bazen ama bi filmde görmemiştim daha önce, yakışmış. Kazın koşaradım yürüme görüntüleri, Neptünle karşılıklı bağırış çağırışları, mezbahadaki ürkünç ama şiirsel pozlar, Kars'ın neresiyse oraları, o taş köprüler, yıkık evler, karların arasından akan dere.. Böyle parça parça bissürü harika şey var filmde, ama bütüne baktığımda eeee diyorum ve bunu demekten hiç hoşlanmıyorum dostum.


Haa Neptün de başarılı bence, sunuculuğundan daha iyi oyuncuyken Türkü Turan, ismi de ayrı bi kıskançlık konusu, pek güzel..İlk filmiymiş, cillop gibi bi başlangış olmuş, tebrik ediyorum kendısını.


Geçen bi dostla çekiştiriyoduk Reha Erdem'i, sonunda görüntü yönetmeni Florent Herry’nin filmografisinde az buz yere sahip olmadığını gördük (bkz: Kaç Para Kaç, Korkuyorum Anne, Beş Vakit, Hayat Var). Florent bi harikasın adamım demek istiyorum. Film altın portakalları topladı, ama keşki diyorum fragmanı kadar güzel olsaydı kendisi de..Neydi o fragman ya, Rachel's imiş o gergin yaylıların icracısı grup, dinlemeye alınası. A silver mt. zion'dan da tınılar varmış, araştırdım da geldim.

Sonu da iyi kotarılmış, çok güzel başa bağlamış film kendi kendini, ama dediğim gibi filmin bütünü değil parçaları asıl beni etkileyen. A Ay'ı da bayaa bi zorlanarak izlemiştim, Beş Vakit duruyo, bi türlü elim gitmiyo. Ek olarak, Yumurtayı izleyip, Süt'ü bekleten, Bal'a biraz daha sempatik bakan bi bünyeyim.

16 Nisan 2010 Cuma

This is it (2009)

Sabah işe gelirken radyoda sürekli maykıl çalmalarından bi işkillenmiştim, hayırdır işallaa, öldü mü yoksa yav diye vesveseli düşüncelerle bilgisayarı açıp da haberleri tıkladığımda biçokları gibi ben de gitti çocukluktan bi parça diye hüzünlere garkoldum..Şokla karışık kederli nostalcili günler geçirdim, sonra sonra alıştım tabi yokluğuna, gömmeyi düşünmüyolar sanırsamlı günlerim de olmadı değil.



This is it'i yeni izleyebildim, akşamları hele ki yemek sonrasını takip eden o yavaş çekim uykulu saatlerdeki film izleme sürem 10 ila 15 dakka arasında değişiyo, bu sefer öyle olmadı, uyumadım kardeş insanı, duyuyo musun beni,  gözlerimin ikisi de açık sonuna kadar 2 saate yakın bişeye konsatre olabildim..4 saat de olsa izlerdim, öyle güzeldi emjey..rip enivicivokkem..

Related Posts with Thumbnails