Hani böyle yazı dizisi yapıyolla, numara koyuyalla 1-2 filan diye, heveslendim ben de yapıcam. Yazıya dizmek istediklerim Sidney Lumet Filmleri. Gerçi benim yazı dizisi çok uzun süremeyecek gibi çünkü bikaç filmini biliyorum sadece. Olmadı izlemiş gibi yaparım, intihal ederim kimbilir. letis sıtart ozman:
Network (1976) : Ben yokken çekmiş çevirmişler bu filmi. Ortalama bi insan evladının hergün kendisiylen bi şekil hoşbeş ettiği televezyon denen tüpün/kutunun iç ve pis yüzünü dökmüş ortaya Sidney Lumet. O dünya ki içinde ne dolaplar gardolaplar dönüyo, kimin eli kimlerin ceplerinde, reyting uğruna elini kana bulayan ne insanımsılar (humanoid) var. Eleştirirken düşündüren, düşündürürken yeren, yererken bidaha eleştiren böyle böyle süregelen hoş bi döngüsü var filmin. Oyunculuklar haddime değil ama 10 numero. Zati 4 oskarın üçünü oyuncular kapmış, hele bi tanesi var ki 5 dakkalık performansıyla almış ödülü (Beatrice Straigt). Haşin Kurtarıcı Havırdı canlandıran Peter Finch oskarına ebediyete intikal ettikten sonra kavuşmuş (tekrarı için bakınız: Heath Ledger). Senaryoyu alıp fosforlu kalemle olmadı kırmızı kalemle altını çize çize okumak lazım, Howard Beale'nin televizyonla ilgili söylediklerini bugüne kopipest yapmak lazım, şapkayı alıp önümüze koymak lazım, şapka yoksa almak lazım, havalar sovuk kafayı üşütme. Bi örnekleme yapacak olursam: "Bugün televizyondan çıkmamış herhangi bişeyden haberi olmayan koca bi jenerasyon var." İngilizyacam bu kadarına el verdi, daha güzel tercüme edilebilirdi mümkündür. Sonra diyo ki havırd, televizya gerçek biz ilüzyon olmuşuz halbüsi biziz gerçek olan, çık cama bağır kendine gel (I'm as mad as hell, and I'm not going to take this anymore-çok pis kızdım ve hey dostum buna daha fazla dayanamıycam mealli bi repliklen bağırılcak). Zeitgeist'da da bahsedilir bu filmden ve içerdiği düşünce balonlarından.
Bi de kırık bi aşk hikayesi var, orta yaş bunalımı yaşayan bir insan bir insanımsıya (negzel ablamızdın sen faye abla) aşık olur, biraz eylenirler, sonrasında adamın tahmin ettiği üzre mutlu son: Hanımına (hani şu 5 dakkayla oskarı götürüveren) geri döner, veda konuşmasında da sağlam bozar insanımsıyı. "Zevki, acıyı ve aşkı hissettiğim sürece ölmeyeceğim" der bırakır kadını öyle. Bırak tabe ya, baştan hataydı, torun torba sahibi olacan hala zevk peşinde aşk peşindesin, sen demiyo muydun yaşıtlarım ya ölüyolar ya torun sahibi oluyolar diye. Senin kız da yüklüydü anasını bırakıp gittiğinde, o kız sonra lohusa haliyle anasının acılarını sarmaya bisürü yol tepti senin yüzünden, neymiş aşk yaşıycam, zevk yaşıycam..Bırak allasen, tornunla aşk yaşa, o da aşk biyerde, aşkların en güzeli belki, yaşamadan bilemezsin, yaşa bi, sonra bi daha konuşalım..Sinillendim biraz evet.
Konuya geri dönersem, kocca filmde (filmin içindeki reklam ve tv şovları hariç) müzik diye bişe yok. Bilgi küpü imdb'den öğrendiğim üzere: Howard Beale rolü önce Henry Fonda'ya teklif edilmiş, çok (h)isterik diye kabul etmemiş (dur bakalım sayın Fonda, 12 kızgın adam var bak serinin devamını yaparsam eyer, orda görüşcez senle- ya resmen Henry Fonda'ya seslendim temin, kaybediyorum kendimi yavaş yavaş..).
Filmden bana kalan sorular : İnsan mıyım, insanımsı mıyım? Zevk var mı, aşk var mı? Acı var mı acı?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder